Şeyh Ali Rıza Kudsi Efendinin Kalemi
ile
Ehli Sünnet ve Cemaat Mezhebi
بسم الله
الرحمن
الرحيم
Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de
el-Nisa Suresi ayeti kerime 115’te şöyle buyurmuştur: Esteizü billah Meali:(Her kimde kendisine hak tebeyyün ettikten (açık seçik anlaşıldıktan) sonra peyğambere mühalefette ve müminler yolunun ehli sünnet ve cemaât mezhebinin başkasına giderse onu gittiğine bırakırız ve kendisine cehennemi boylatırız ki ne fena gidiştir.) Ve hadis-i şerif’te: {ستفترق أمتى ثلاثاً وسبعين فرقة كلهم فى النار إلا واحدة قالوا من هى يا رسول الله قال من كان على مثل ما أنا عليه و أصحابى : Manası: Seyyidi kainat peyğamber efendimiz aleyhi ekmeli-t tehiyat muhammed sallallhu aleyhi ve sellem efendimiz hazratleri: ümmetinin (73) yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bunlardan biri müstesna olup diğerleri cehennemlik olacaklarını haber vermişti. . O bir (naci-kurtulan) fırka[1] kimlerdir diye vaki olan süâle cevaben: “onlar benim ve ashabimin bulunduğu I,tikad üzere bulunan kimselerdir” buyurmuştu ve sonundada böyle oldu. Aleyhessalatü vesselam efendimizin ve ashabi kiramının bulunduğu I,tikad üzere bulunan fırkaya: “ fırka-i
naciye[2]”
ve “ ehli sünnet vel cemaât” tâbir olunmuş. diğerlerine de “firka –ı dalle[3]” ve “ ehli ehi ehvâ[4]” ve “ ashabi bidâ[5]” demiştir. Evet (ehl-i sünnet) “peyğamberimiz aleyhissalatü vesselâm efendimizin ve ashabi kiramının bulundukları I,tikad üzere bulunan kimseler” demektir. “ve-l cemaât” demek de: ve “ehli cemaât” demek olup. “cemaât” demekte “çokluk” demek olup. burası (cemaâi yeri) ilim (yeri) olduğu için çoklukdan murad da “ulemanın çokluğu) demek olup “peyğambr efendimiz aleyhissalatü vesselam,ın ve ashabı kiramının I,tikddlarını öğrenmek hususunda ulemanın çoğunun anladığı mânaya tabî olan kimseler demektir. Ulema da iki kısım olup bir kısmı: kitabullah’dan ve sünneti Rasulullah’dan istinbatı ahkama muktedir olan ulemadır ki; bunlara ulemayı din; imam ve müctehid tâbir olunur. Diğer kısımde; Müctehitlere tabî olup onlar da yalnız müctehitlerin sözlerini zabt ve nakle ve anlamaya müktedir olan ulemadır ki; bunlara da mezhepler uleması tâbir olunur. O halde aleyhissalatü vesselam efendimizin ve ashabi kiramının itikatlarını öğrenebilmek hususunda; ilk emirde müçtehitlerin anladıklarına bakılır eğer anladıklarında müttefik iseler hepsinin anladığına ve eğer ihtilaf etmiş iseler ekseriyetin[6] anladığına tabî olan müçtehitlerin sözlerini ve maksatlarını anlayabilmekte ayrı bir mesele olup o hususta mezhep alimlerinin anladıklarına bakılır. Eğer anladıklarında müttefik iseler hepisinin anladığına ve eğer ihtilaf etmiş iseler çoğunluğun anladığına tabî olmuş kimseler demektir. Ehli sünnet ve cemaât tâbiri müfradat îtibarı ile bu suretle tahlil olunduktan sonra bir de umumi surette târif edilecek olursa şöyle denir; Ehli sünnet ve cemaât demek: aleyhis salatü ve sselam efendimizin ve ashabi kiramın bulunduğu itikat üzere bulunan ve bunu üğrenmek hususunda müçtehitlerin çoğonluğunun anladığına ve müçtihitlerin anladığını öğrenebilmek için de mezheplerin alimlerinin çoğunluğunun anladığı mânaya tâbi olan kimseler demektir. “Cumhur” kelimeside “çoğunluk” mânasında olduğu için ulemanın çoğunluğu denecek yerde “cumhur ulem” dahi denmekdedir. Ulamanın bir mesele hakkındaki anlaşması hakka isabet hususunda nasıl ki bir huccet-i katiâ ise (للأكثر حكم ا لكل ) kaîde-i diniyyesine binaen çoğunlukta ittifak hükmünde olup ulema arasında ihtilaf vakî olduğunda hakka isabeti çoğunlukta îtikat etmek dinimizce lazım gelmiştir. Hakka ulaşmak için dinimizin koyduğu usül ve meslek bundan ibarettir. Sapık fırkalar ve ehlil ehva ve ashabi bidâ hepisi bir manaya olup esasen dini islamı mütekıd olup: bütün itkatlarını dine nisbet edip dinen bu böyledir diye itikat ettiklerinden aynı ile ehli sünnet ve cemaât gibi bunlara da ehli kible tâbir olumuştur. Zira ehli kıble demek bütün itikatlarını gerek eğri ve gerek doğru dine nisbet edip dinen bu böyledir diye itikat eylediği mâlum olan kimseler demekdir. Bunların bütün itikatlarnı dine nisbet eyledikleri ve dinen bu böyledir diye itikat eyledikleri akidelerin küçük ve büyük erkek-kadın, mütevafit’i-l ukul kimseler arasında batnan bâ’de batnı’n ve neslen bâ’de nesl’in din namına mühteram tutulmasından anlaşılmaktadır, bu en kuvvetli bir delildir. Onun için ehli sünnet ve cemaât ulamaların,dan bunlara ehli kıble denmez diyen asla vaki olmamiştir. Binaen aleyh
bunlarda ehli sünnet ve cemaât gibi ehli kıble olup yalnız aralarındaki fark
meslek itibari ile bir fark olup oda cumhur-i ulemaya tabi olup olmamak meselesinden ibarettir. Bütün itikat
meselelerinde müstesnasız cumhur-i ulemaya tabi olana ehli sünnet ve cemaât
velev bir meselede olsun cumhur-i ulemaya mühalif olana ehli ehva ve ehli
bidât ve dalalet demiştir. kitaplarımız ehlil ehvayı bu suretle târif
etmişledir. ez cümle ‘mecmeul enhür’ (1) ve ‘tahtavi’ (2) kitapları : ehlül
ehva bir kavmin mahsus ismi olmayıp ehli kıbleden olduğu halde bazı meselede
ehli sünnet ve cemaât meslekinden sapan kimselerdir’ demişlerdir. |
[1] Bir kurup insan,
fırka:cemaâ, taife.
[2] - cehennem azabinden necat bulan- kurtulan kimseler.
[3] - firkai dâlle:sapık fırkalar.
[4] - heva: heves ve arzu ve meyl – nefs ve hevaye tabi – heva ve heves yulunda
varını sarf etmek.
[5] - bidat hadis olan şey- dine müteallık olup
zeman,I seâdetten sonra hadis olan şey.
[6] - çoğunluğun.